Köşe Yazarları

Laik bir ülkede müslüman olmak

Üstadımız Tayfun Maro’nun “İslam Ülkesinde Sosyal Demokrat Olmak” adlı son makalesini okuyunca meseleye bir de tersinden bakmak istedim. Esasen ben de bir taraftan durumun vahameti ile irkilirken diğer taraftan da..

Laik bir ülkede müslüman olmak

Üstadımız Tayfun Maro’nun “İslam Ülkesinde Sosyal Demokrat Olmak” adlı son makalesini okuyunca meseleye bir de tersinden bakmak istedim.

Esasen ben de bir taraftan durumun vahameti ile irkilirken diğer taraftan da siyasetin düştüğü retorik sorununa baktıkça olanları çok komik buluyorum.

Ayetler ve naslar havada uçuyor ama geleneğe ve tecrübeye bakan da yok.

***

Bilhassa Martin Luther’den sonra batıda tek dinin yaşandığı ülkelerde insan ile devlet; devletile din sorunları uzun süre hiç yaşanmadı.

Batılı ülkelerdeMüslümanların nüfusu arttıkça durum değişti. Müslümanlar yaşadıkları, çalıştıkları ve vergi ödedikleri devletlerden bazı şeyleri talep eder oldular. Temelde toplu ibadet ve örtünme gibi basit isteklerdi bunlar. Şimdilerde bu istekleri kabul eden veya kısmen kabul eden çok az devlet var. Maalesef uzlaşma bu noktada da tam manasıyla yok.

Tabii ki bunda doğudan gelerek batıya doğru gittikçe yükselenselefi akımların etkisi büyük.Biz şimdi oraya girmeyeceğiz. Zira bu durum konumuzu değiştirebilir.

Ama…

Konu;“Aynı devletin sınırları içinde hem farklı dinlerin mensupları hem de aynı dinde olup da dini yorumları birbirinden farklı olanların birlikte yaşamaları mümkün mü ve bu noktadayaşanan sorunları kim çözer? Sualine gelince, elbette birkaç kelam edebiliriz.

İster Hz. Musa’nın Mısır’ına istersek de Hz. İsa’nın Roma’sına bakalım. Dini kabullenmek ve dini kabul ettirmek(!) gerçekten çok zor.Dinler tarihinde bunun düzinelerce örneğini görebilirsiniz… Denizlerin yarıldığını veya peygamberin çarmıha gerildiğini bile okuyabilirsiniz.

Neyse, zor demiştik ya… “her zorlukta bir kolaylık oluğunu” (1) da unutmamak lazım.

İşte o kolaylığın bence ilk kapısı, “geleneğe ve tarihe bakmak”…

Yeter ki insanların kafasında ve kalbinde birlikte yaşama ahdi, birbirine saygı ve Adalet duyguları olsun…

İşte laiklik tam da burada karşımıza çıkıyor…

Kavramlarla düşünmeyen bazı Müslümanların “Laiklik”ten öcü gibi korktuğunu biliyorum. Şevki Yılmaz’ı siz de hatırlarsınız. Neyse kavram olarak biz laikliği idari manada “din ve devlet işlerinin” birbirinden ayrılması olarak biliyoruz.

Aslında laiklik için bir başka tarif de şöyle; “vatandaşların dini yaşantılarının devlet garantisi altına alınıp, korunması”… Bence bu tarif çok daha güzel.Bu tarifi yapar da bu tarife göre uygulama yaparsanız aslında sorun yaşamaz gibi görünüyor.

Lakin biz yine de tarihe ve geleneğe bakalım…

MEDİNE; CİVİLİZATİON AREA (2)
Bir Müslüman olarak vereceğim ilk örnek ve ilk referans elbette “Medine Anayasası”dır. Hz. Muhammed’in (SAV) bizzat kaleme aldığı belki de tarihin ilk anayasası… Medine’ye hicret eden ve oradakilerle birlikte çoğunluğa ulaşanMüslümanların Medineli Yahudilerin hayatını ve dini yaşantılarını garanti altına aldıkları bir Kanun-i Esasi’dir Medine Anayasası… Yazı olarak “kul yapısı”, kaynak olarak da “Adalet”e dayanarak yazılmış tamamen İslamidir.

Medine Sözleşmesi, birlikte yaşama ahdi ile bir araya gelen insanlar için gerçekten güzel bir örnektir. Kabul edelim veya etmeyelim, Peygamberlerin hayatı insanlık için hep böyle güzel örneklerle doludur.

Yoksa pek tabii Medineli Yahudiler sürülebilir, onlarla savaşılabilinir ya da onlar yok edilebilirdi… Fakat o zaman bize yani bugünlere doğru gelen bütün devletlere güzel bir örnek bırakılmazdı.

İslam’ın bu noktada temel prensibi, “adil olmak”tan başka bir şey değildir. O sebeple de başkaları ne derse desin “İslam Devleti” tam manasıyla “Adaleti tesis etmek isteyen devlettir.” Adı “Laik” olmasa bile…

Tartışmasız bir gerçek de Türklerin kurdukları bütün devletlerde bu mirasa sahip çıkmış olmalarıdır. Daha ileri gidelim; tarihte kurulan bütün Türk devletlerinin temel prensibi adalet ve insana saygı olmuştur. Hunlar,Göktürkler, Selçuklular, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti… Bakın içlerine kaç din, kaç ırk ve kaç anlayış göreceksiniz… (3)

İnsanı yaşat ki devlet yaşasın… (Şeyh Edebali)

Türk ve Türk İslam Devletleri toplumsal yaşantıya ve insana bakarken, “kime inanıyor, neye ve nasıl inanıyordan ziyade, zarar veriyor mu?Birlikte yaşama ahdini ve akdini bozuyor mu? Diyerek dikkat kesilir.

O bakımdan Türk Devletleri, batılı bir kavramla tarif edersek laik, bizim tarafımızdan betimlersek de sevgi ve saygı devletleri olmuşlardır.

Zaten Cihan Devletleri kurup da içinde 72 milleti barındırmak,400-500-600 yıl ahenkle yaşatmak başka türlünasıl mümkün olurdu ki? İşte bu tecrübe gerçekten faydalanılması gereken bir gelenektir.

Türkiye Cumhuriyeti de bu geleneğin en son çağdaş devletidir. Gelenekten geleceğe uzanan köprüsüdür.

Bu kadar uzattıktan sonra şimdi gelelim “Laik Bir Devlette Müslüman Olmaya”…

Bir insanın Müslüman olması için “kelime-i şahadet” getirmesi ve bunu kalbiyle tasdik etmesi yeterlidir. Yani bir insanın Müslüman olması için, “haydi koş bir İslam ülkesinin sınırları içine gir ve orada yaşa” şartı yoktur. İslam her şeyden önce “insani bir dindir” insana insanca bakar.

Müslüman, Devleti “Allah’tan bilir, Allah’tan kabul eder.” Allah da kullarınadünyada rızık verirken, kafir, Müslüman, Budist ataist veya deist diyerek ayırmaz. O sebeple Allah’tan olan Devlet de insanları ayırmaz, ayıramaz! Dini yaşantıyı koruma altına alır sadece devlet. Din ve vicdan hürriyetini esas alır. Türk Devlet Felsefesi’nin derinliğinde işte bu öz bulunmaktadır.

Adına ister laisizm diyelim istersek de Kut ve Töre… Ne dersek diyelim, Allah’ın adil olmamızı emrettiği bir dünyada sevgi ve saygıdan başka çaremiz yoktur. Yeter ki, bozgunculuk yapan, bölücülük yapan ve kan dökenlerden olmayalım!

Sonuç yerine; Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti, “Bugün artık bir Müslüman fert veya cemiyet olarak yapması gereken bütün ibadet ve ayinlerin koruyucusu, destekleyicisi ve garantörüdür”. Geçmişten böyle bir gelenek devralmıştır Türkiye Cumhuriyeti.

Yani Laik Türkiye Cumhuriyeti’nde Müslüman Olmak gerçekten çok kolay ve güzeldir… Yeter ki sapkınlığa düşmeyelim.

Tarih ve Gelenek zaten ortada.

Pekiyi çıkan sorunları kim çözer? Biz hep birlikte çözeriz efendim, biz hep birlikte çözeriz…

DİP NOTLAR

1)İnşirah Suresi.

2)İslamın Doğuşunda Hicret sonrası Medine dönemi, aslında İnsanlığa bir medeniyet sunumu yapar. Şehrin isminin “Medine” olması da ayrı bir hikmettir. Arapça Medine; şehir demek… Civilization ise; “1- Barbarlık durumundan çıkıp törelere bağlı olarak belirli bir yurt içinde birlikte yaşama. 2- Bilim ve tekniğin ilerlemesi ile yaratılan yaşama koşulları ve bunun sonucu ortaya çıkan yaşamada kolaylık sağlama, usçullaşma ve yetkinleşme, yaşama biçimlerinin daha bir incelmesi durumu. 3- Geniş bir toplumun bütün bölümlerinde ortak olan dinsel, ahlaksal, estetik, teknik ve bilimsel nitelikteki toplumsal olayların bir bütünü.” Anlamlarına geliyor. civilization area ise; Medeniyet, uygarlık bölgesi…

3)Özelliklerine bakınca ne Hunlar ve Göktürkler batılı manada imparatorluktu ne de Selçuklular ve Osmanlılar Şeriat Devletiydi. Türklüğe özgü işleyişleri de vardı. Karma düzenleri de. Ama hepsi insana saygılıydı. Bu noktada Türk Devlet Geleneklerine iyi bakmak gerekiyor. Merhum Mehmed Niyazi’nin Türk Devlet Felsefesi ve Sait Başer’in muhtelif eserlerine bakınız.

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL